Bacak bacak üstüne attım işimden oldum

Sunuş
Aziz Üstel... Titrini yazmama gerek yok, hepimizin uzun yıllardır tanıdığı ve bu tanışıklığa devam edeceğimizi düşündüğüm, son derece beyefendi Aziz Üstel. Önceden yaptığı televizyon programlarını izleyenlerin bazıları, kendisini biraz havalı ya da uzak görebilir. Ama oturup sohbet edince; ne kadar yakın, ne kadar dolu ve bilgili olduğuna şahit oluyorsunuz. Şimdi “gittin, röportaj yaptın, benimsedin” diye düşünmeyin... Aziz Üstel’in yaşadıklarını ve buraya geliş hikayesini okuyunca, “Helal olsun hayat okulundaki başarısına” diyeceksiniz... Koskoca sayfaya, anlattıklarının sadece özetini sığdırabildim. Neler yaşanmış, neler paylaşılmış... Tam da bu sohbete uygun bir yerde, eskiden cezaevi olan ve tarihe tanıklık eden Sultanahmet Four Seasons’ta gerçekleştirdik sohbetimizi... İşte size tarih, medya, sanat ve Aziz Bey’in hayat hikayesini içinde barındıran, bir solukta okuyacağınıza inandığım sohbetimiz, sevgiyle... (G.K.Z)

Cumhurbaşkanlığı döneminde Kenan Evren, Üstel’e “Sen her akşam benim karşıma geçip, elin cebinde bacak bacak üstüne atıyorsun. Bunu yaparken benim seni izlediğimi düşünerek hareket etmen gerekiyor” dedi ve; programı çok izlenmesine rağmen yayından kaldırıldı

TELEVİZYONCULUK PROFESYONELLERİN İŞİ
Televizyonlarda ahbap çavuş ilişkisinin bulunduğundan yakınan Aziz Üstel, “İşin başına profesyonel adam getireceksin. Aynı dünya görüşünü paylaşmanıza da gerek yok. Çünkü adam profesyonel ise, oraya gelmeyi de kabul etmişse, biliyordur senin dünya görüşünü ve hassasiyetlerini... Örneğin magazin röportaj mı yaptırmak istiyorsunuz, onun ustaları var. Bir yere kamera koyacaksınız, mesela benimle röportaj yapacak 20-30 aday, sonra hep beraber oturup seyredeceğiz onu. En iyi 3-4 kişiyi yeniden deneyeceksiniz, kendiniz yetiştireceksiniz...” diyor

Abdülhamid Han ile ilgili bir belgesel projesi olduğunu belirten Aziz Üstel, “O padişahı ukalalık edebileceğim kadar
çok iyi biliyorum” diyor...
*
TRT’den kovuluşunu, “Emir büyük yerden, yapacak bir şey yok!” diye yorumlayan Üstel, oradan aldığının 200 katı rakamla Star’da başlamış!..

1946 yılında Ankara’da doğan, yedi yaşında kardeşiyle birlikte Amerika’ya göç eden Aziz Üstel anlatıyor:
Annem ile babam ben okurken boşandı. Yedi yaşındaydım. Babam Amerika’ya gitti, ben ve kardeşim sonradan gittik. Oraya giderken tombaladan bir üvey anne çıktı. Biz daha birinci çinkoyu yapamadan kendimi sokakta buldum. Liseyi bitirdiğim gün eve geldim, kapının önünde askerlerin kullandığı bez torbalara benzeyen, sosis gibi yeşil torba duruyor... Kapının önünde dayanmış o torbaya bakarak ‘nedir bu’ dedim kendi kendime, anahtarı kapıya soktum, çalışmıyor, sonra zili çaldım. Babam çıktı ve dedi ki: ‘Sana olan her türlü yasal sorumluluğum bitti!’ İlk defa bir babanın evladına ‘yasal sorumluluğu bitti’ deyişini duyuyorum. Amerikan yasalarına göre 18 yaşına kadar sorumluymuş baba evladından, 18’inden sonra sorumluluğu bitermiş!..

* Nasıl bir tepki verdiniz, itiraz etmediniz mi?

- Vermedim, ben çok kaderci bir adamım. Bir kız kardeşim olmuştu, herhalde babam bir tercih yapmak durumundaydı, üvey annem, “Ya oğlun bu evden gidecek ya da kızımı alır Türkiye’ye dönerim” demiş olabilir. Ne yapalım, ben de gittim. Bu arada biz üniversite okuyacağız, nasıl yapacağız, cepte metelik yok. Yatacak yerim de yok. O gece o torbayı alıp parka gittim ve parkta yattım. Ve sabah yağmur yağıyor, hiç unutmam o ilk sabahı. Uyku tulumum vardı. Onun içinde yatıyorum. Baktım gökyüzü masmavi, meğerse o çimenleri sulayan aletin yanında yatmışım. Sulama aletini yağmur zannettim, sırılsıklam ıslandım.

YARI AÇ YARI TOK GEZDİM

* Evden çıktınız ve gidecek bir yeriniz yok! Ne yaptınız?


- Çalıştım, çalışmak zorundaydım. Manav dükkânında çalıştım, lağım temizledim, Teksas’a gittim ve oradaki petrol kuyularında çalıştım, para biriktirdim. Okulun parasını yatırdım, okuyabildiğim kadar okudum, sonra tekrar gittim çalıştım. Yarı aç yarı tok, yatar kalkardım. Sonra aklıma çok parlak bir fikir geldi. 3 kızla birden çıkmaya başladım, birinde kahvaltı ediyordum, birinde öğle yemeği, diğerinde ise akşam yemeği yiyordum...

* Şu an için bile genç yaşta birinin mücadelede epey zorlanacağı bir çocukluk ve gençlik... Kendinize sahip çıkıp, bugün bu şartlarda bir isim olmanız, güçlü bir kişilik olduğunuzun ispatı. Olamayabilirdiniz de, çünkü yaşınız küçük...


- Gerçekten çok zor şartlardı. Ben her şartın üstesinden geldim. Ayrıca ben çok inançlı bir insanım. Onca arbededen ve saçma sapanlıktan kurtulup buralara gelmişim, Allahıma her zaman şükrederim. Her zaman dua ederim. Ama beni bugün bile çok üzen bir acıdır ki, rahmetli kardeşim başarılı olamadı. O da evden ayrılma zamanı geldiğinde ayrıldı, daha sonra Vietnam’a gideceğini söyledi ve gitti. Orada da intihar etti. Yani genç yaşta kardeşim öldü. Bu kadar genç yaşta aileden uzak olmak ve evden atılmak kolay değil. Bana bu hayat tecrübesi şunları öğretti. Ben hiç kızmam, hiç şaşırmam, bağırmam. Ben bugün bile yazılarıma gelen yorumlara kızmam. Ne güzel ki, tepki geliyor. Zaten sizi herkes seviyor ve takdir ediyorsa, bir sorun vardır, dikkatli olma zamanı bence, o zaman...

ÖNCELİĞİM PARA DEĞİLDİ

* Peki ya anneniz...


- Annem de vefat etti, 2 sene evvel. Annemi de 15-16 sene hiç görmedim. Türkiye’deydi annem. Ama o da çok şeyler öğretti bana, tabii o zamanlar çok öğreticiydi, ama bugün hep onu söyledim. Babamı yıllar sonra 1980’de gördüm. Para hiçbir zaman birinci planda olmadı, o nedenle çok paraların teklif edildiği çok işe, hemen sırtımı çevirip gittim, benim yapıma, inancıma ters düştüğü gerekçesiyle...

* Sonra Türkiye’ye döndünüz ve çevirmenlik, editörlük ile başladınız...

- Evet, döndüm. Editör ve çevirmen olarak başladım. Otomatik Portakal adlı kitap resmen yepyeni bir dille kurgulanmıştı. Zor bir çeviri idi ve çok başarılı bulundu. Bir ödül aldım Otomatik Portakal çevirisi ile ilgili.

* Türkiye’ye gelmenizde Özal’ın etkisi oldu mu?

- Özal çağırmadı, ama ben Türkiye’deydim zaten. Onunla çok yakın olduk. Çok severdim, sayardım, onunla çok başkaydı ilişkilerimiz. Ben Turgut Bey’i yetmişli yıllarda Amerika’dan ilk geldiğimde tanıdım. Benim eniştem, rahmetli Kemal Ilıcak’tı, yani Nazlı Ilıcak ile biz, kardeş çocuğuyuz.

* Sizin Abdülhamid Han ile ilgili bir belgesel film projeniz var mı?

- Evet. Abdülhamid Han’ı, ukalalık edebileceğim kadar çok iyi biliyorum. Rahmetli Kemal Tahir’den öğrendim. Benim bildiklerim ile TRT’nin anladığı Abdülhamid Han, birebir örtüşüyor. Yalnız filmden sonra Türkiye’de çok kimse rahatsız olacak. Bir kere ben çok şanslı bir adamım. Çünkü ben yayınevinde çalışırken 22 yaşında Kemal Tahir’i tanıdım. Bilgi Yayınevi sahibi A. Tevfik Türk, “Caddebostan’a gideceksin” dedi. Gittim, o zaman Devlet Ana’yı yazıyor, son bölümünü. Kemal Tahir, elinde kehribar tespih, yanında Bülent Ecevit ve İsmail Cem oturuyor. Sohbet ediyorlar. Diyor ki Kemal Ağabey, “Fatih Sultan Mehmet niye hem Rumeli’ye hem de Anadolu’ya iki otağı kurarmış? O zaman o kadar çok casus varmış ki, seferin nereye olacağı belli olmasın diye iki otağı kurarmış...” İşte böyleydi sohbetleri, bana derdi ki Kemal Ağabey, “Oğlum her sabah kalktığında, kapıdan çıktığında mutlaka evinin numarasına bak!” “Nasıl yani?” derdim. “Bak bakalım orada mı uyandın? Bu devlet gece gelir, evinin numarasını, hatta evini bile değiştirir senin” derdi.

ŞAKA OLDUĞUNU SANDIM!

* TRT’den kovulma nedeniniz?..


- Cumhurbaşkanlığı Yılbaşı Resepsiyonunda içeri girerken, Kenan Evren elimden tutup beni yanına çekti. ‘Sen her akşam benim karşıma geçip, elin cebinde bacak bacak üstüne atıyorsun’ dedi. Ben de ‘Ama efendim nasıl olur, ben sizinle ilk defa yüz yüze geliyorum’ dedim. Bu arada misafirler içeri giriyor, üzerimde smokin, saksı gibi duruyorum. Girenler Sayın Cumhurbaşkanım derken beni görüyor, “Aaa Aziz!” Ben ise “Aaa Sezen” falan, böyle garip bir durum. Bu arada Kenan Evren beni fırçalamaya devam ediyor çaktırmadan. Ben ‘Büyüklerime saygılı insanım, hele Cumhurbaşkanı’na asla saygısızlık etmem’ deyince, ‘Sen ekranda her programda bunu yapıyorsun. Bunu yaparken benim seni izlediğimi düşünerek hareket etmen gerekiyor’ dedi.

* Ne dediniz, nasıl bir cevap oldu bu duruma?

Ne diyebilirim ki, hayatımda ender zamanlardan biri. Nutkum tutuldu. Bu bir şaka mıdır diye bile düşündüm. O zaman ayvayı yedin, ne TV programı, ne dizi, ne sohbet, radyo programı. Hiçbirini yapamazsın ki bu mantığa göre düşünürsen... Zaten bir iki gün sonra beni TRT Genel Müdürü çağırdı. “Programınız TRT’de en çok izlenen program, ama ben programınızı yayından kaldırıp, sizi kovmak zorundayım!..” Emir büyük yerden tabii, yapacak bir şey yok!

* Sonra ne yaptınız?

- TRT’den hemen sonra oradan aldığım rakamın 200 katına Star’da başladım!

* En son ‘Patron Katı’ diye bir program yaptınız..

‘Patron Katı’ diye bir programım vardı, 37 bölüm yaptık. O programın amacı şuydu; gazeteye ve televizyona 1.8 milyon dolar reklam getirdi, amaç oydu, zaten benim dizaynım oydu. Televizyona ve gazeteye bir omuz vermekti...


Çalıştığım kanallarda sabahladım
Türkiye’de gerçek anlamda televizyonculuğu bilen patron yok. O televizyonun sahibi olan patronun da televizyonculuktan biraz anlaması lazım. Bu çok pahalı bir iş ve bir dönem siyasi rant için insanlar televizyon açtı, artık o dönem de bitti. Adınız, gazeteniz veya yazılı ve görsel basın ne olursa olsun hiçbir şekilde siyasi rant sağlamanız mümkün değil. Şimdi yaptığınız işi bilmeniz lazım, bir de hâlâ bizde ahbap çavuş ilişkisi yürüyor. İşin başına profesyonel adam getireceksin. Bu bir iş, nasıl bir inşaat şirketinin başına bir gazeteciyi getirmezseniz, bir inşaatçıyı da bir gazete veya bir televizyonun başına getirmezsiniz. Başarı olmayınca o zaman, o kişi de işi bilmediğinden suçu başkasına atabiliyor. Önce kendi elemanınızı kendiniz yetiştireceksiniz. Yeteneklerinizi kendiniz çıkartmak zorundasınız, muhabirinizi, spikerinizi. Deneme çekimleri yapacaksınız, genel müdür orada zaman harcayacak, gerekirse orada kalacak, gece gündüz çalışacak, yatağını oraya koyacak, taa ki orası iyice oturuncaya kadar... Ben Star TV’de yattım kalktım yıllarca. Kanal D ve BRT’de de aynı şekilde. Bu işte severek uğraşacaksınız. Patronun birçok işinden biri televizyonculuk ise, yani 20 şirketi var da sıralama da 18. işi televizyonculuk ise, o zaman o kanalı soymak çok kolaydır. O zaman işin boyutları da başka yerlere gider. Bu bir ar meselesidir. Allah’a inanan adamım. Çok şükür ar damarım duruyor, haramdan korkan adamım. Patronun kanaldaki 500 bin dolar umurunda olmaz, öte tarafta 500 milyon dolarlık baraj ihalesi almış olduğundan... Adam dinlemez bile sizi.

Kaynak: Türkiye Gazetesi

Yorumlar