ŞİİRLERLE MENKIBELER - SEYYİD ABDÜLHAKİM ARVASİ (Kuddise Sirruh) 1

O, ihsan-ı ilahiydi

Sülale-i Resulden, Abdülhakim Efendi,
Son asırda yetişen büyük âlimlerdendi.

İlmiyle amil olup, büyük veli idi hem.
Onu anlatmak için, aciz kalır bu kalem.

Binsekizyüz altmışdört miladi senesinde,
Doğmuştur Van şehrinin, Başkale ilçesinde.

Seyyid Fehim Arvasi idi ki hem üstadı,
Yanında ikmal etti, her iki tedrisatı.

Hem zahir, hem batında yetişerek nihayet,
Her iki ilimde de, aldı mutlak icazet.

Tam yirmidokuz sene kalarak Başkale'de,
Yanında çok âlimler yetişti fevkalade.

Çok güzel simalı ve buğday benizli idi.
Alnı geniş ve açık, nurlu ve sevimliydi.

Kaşları, hilal gibi kabarıktı ve ince.
Nur bakışlı gözleri, görünürdü irice.

Yüzü, zayıfça olup, iri yapılı idi.
Hürmet telkin edici bir vakar sahibiydi.

Her hali, muvafıktı aynen islamiyet'e.
Varlığı, bir ihsan-ı ilahiydi millete.

Çok mütevazı olup, (ben) demezdi o asla.
Derdi: (Dahil değiliz biz elbette hesaba.)

Halbuki her ilimde derin bir derya idi.
Hem dahi tasavvufta, büyük evliya idi.

Bir çok fen adamları, hatta profesörler,
Çözülmez sandıkları çetin, zor meseleler,

Olunca, sormak için gelirlerdi dersine.
Tam vakıf olurlardı o şeylerin hepsine.

Hatta sual etmeden ona müşkillerini,
Öğrenip giderlerdi, suallerin hepsini.

Keramet göstermekten kaçındı ömründe hep.
Zira Hak teâlâdan ederdi haya, edep.

Onda, Resulullahın güzel ahlakı vardı.
Sanki o, o devirden bu güne yadigardı.

Resulullahtan gelen o nurlar, aynen yine,
Onun kalp aynasından, aksederdi ehline.

Misafiri çok sever, ziyarete giderdi.
Dostların davetine, hep icabet ederdi.

İstanbul'da vardır ki, en büyük üç evliya,
Onları ziyarete giderdi ekseriya.

Murad-ı Münzavi ve Mehmed Emin Tokati,
Bir de Zeynep Kâmil'de Abdülfettah-i Akri.

Bu kabirlere gidip, ruhlarına okurdu.
Ve ruhani olarak, onlarla konuşurdu.

Abdulkadir Geylani ile de konuşarak,
Alırdı cevabını, bir çok şeyler sorarak.

Derdi: (Kaçırmaktansa tek bir vakit namazı,
Ölmek daha iyidir, budur işin esası.

Bir veli, hiç ben demez, söylemez asla bunu.
Zira söylemek için, bulamaz mevzuunu.)

İstanbul'da, çeşitli camilere giderek,
İnsanlara imanı anlattı vâz ederek.

Derdi ki: (Hak teâlâ, bir kula iman verdi,
Onu verdikten sonra, ne ki ona vermedi?

Ve Allah, bir kula ki imanı vermemiştir,
O olmadıktan sonra, ne ki ona vermiştir?)

ABDÜLLATİF UYAN

Yorumlar